Koroner kalp hastalığı günümüzde tıp alanındaki bunca ilerlemeye rağmen hala en önemli sağlık sorunlarınan birisidir. Daralmış yada tıkanmış koroner arterler kalbimizin kas dokusunu yeteri kadar besleyemedikleri için göğüs ağrısı veya eforla nefes darlığı ve sonunda da kalp krizine neden olur. Geçirilmiş kalp krizi ise kalbimizde maalesef geri dönüşümsüz hasarlar bırakır. Bu nedenle koroner arter hastalığının tedavisi hayati derecede önem taşımaktadır. Tedavi için elimizde tıbbi tedaviye ek olarak iki yöntem mevcuttur. Birinci yol koroner damarın daralmış bölgesine yerleştirilen stentler, diğer yol ise bu daralmış bölgeyi bypass ederek kalbin o bölgesine kan taşıyan koroner bypass cerrahisidir. Bu her iki yöntemin de bazı avantaj ve dezavantajlarının bulunduğu bilinmelidir. Koroner bypass cerrahisi stent yerleştirilmesine oranla genellikle hastalara daha kalıcı ve uzun süreli bir tedavi imkanı sunmasına karşı, ameliyatın büyüklüğü ve iyileşme sürecindeki korkular hastaların bypass cerrahisine temkinli bakmasına neden olmaktadır. Ameliyat sonrası iyileşme sürecinin diğer ameliyatlarla karşılaştırıldığında nispeten uzun olması, hastaların normal fiziksel aktivitelerine ve işlerine geri dönüşünün iki, üç ay gibi bir süreyi içermesi bizi koroner bypass ameliyatlarında geleneksel yöntem kadar başarılı fakat hastaların çok daha kısa sürede iyileşmesini sağlayacak yöntemler konusunda arayışa itmektedir. Minimal invazif koroner bypass cerrahisi de bu arayıştan doğmuştur.
Geleneksel bypass ameliyatlarında hastanın kalbine göğüs kemiğini keserek ulaşmakta, hastamızı kalp akciğer makinasına bağlayarak, ameliyat esnasında kalbini durdurmakta ve ameliyatını gerçekleştirmekteyiz. Bu yöntemde sadece hastanın kalbi değil akciğerlerinide durdurmakta, hastanın kanını kalp akciğer makinasından geçirerek, vücudumuzun hayati organlarının kanlanmasını ve oksijenlenmesini sağlamaktayız. Hastanın kanının doğal olmayan ortamla teması, ameliyat sonrasında vücudumuzda birtakım reaksiyonlara sebep olabilmekte özellike böbreklerimiz ve beynimiz nadiren de olsa bu durumdan olumsuz olarak etkilenebilmektedir. Yine bu yöntemde ameliyat sırasında ve sonrasında genellikle kan ve kan ürünleri de kullanıldığı için hasta bundan da olumsuz olarak etkilenebilmektedir. Kesilen göğüs kemiğinin iyileşmesi 2-3 aylık bir sürede olmaktadır. Bu süre içerisinde hastalar ağırlıklı olarak sırt üstü yatmakta, ağır yük kaldıramamakta ve araba kullanamamaktadır. Dolayısı ile işe geri dönüşleri 2-3 aylık bir süreyi bulabilmektedir.
Minimal invazif yöntemle ki “bu yöntem genellikle halk arasında “koltuk altı kesi ile yapılan kalp ameliyatları” olarak ifade edilmektedir” yapılan koroner bypass ameliyatlarında hastanın sol meme altından yapılan, yaklaşık 7 cm lik bir kesi ile “herhangi bir kemik kesisi yapmadan” kaburgalar arasından kalbe ulaşmaktayız. Direk görüş ile meme atardamarı çıkarmakta, kalbi durdurmadan, dolayısı ile de kalp akciğer makinasına bağlamadan, bypass ameliyatını çalışan kalpte gerçekleştirmekteyiz. Bu yöntemin az önce bahsettiğim geleneksel bypass cerrahisine oranla birçok avantajı vardır. Birincisi hastanın göğüs kemiği kesilmediği için ameliyat sonrası iyileşme çok daha hızlı olmaktadır. Hastalarımızın sırt üstü yatma zorunluluğu ortadan kalkmakta, nasıl rahat ediyorlarsa öyle yatabilmektedirler. Bu durum tabii ki hastalarımıza büyük bir konfor sunmaktadır. Ameliyat sonrası ağrıları da daha az olamaktadır. Günlük aktivitelerine çok daha hızlı sürede geri dönebilmekte, taburcu olduktan sonra araba kullanmaya dahi başlayabilmektedirler. İkinci önemli nokta bypass ameliyatı sırasında hastamızı kalp akciğer makinasına bağlamadığımız, ameliyatı çalışan kalpte gerçekleştirdiğimiz için bu makinanın muhtemel olabilecek dezavantajlarından da hastamızı korumaktayız. Üçüncü önemli avantaj ise ameliyat sırasında ve sonrasında kan ve kan ürünü neredeyse hiç kullanmamaktayız. Sonuçta hastalarımız daha kısa sürede iyileşmekte ve işlerine çok daha kısa sürede geri dönebilmektedirler.